Şiirde
Reform
Şair,
üzerine büyük bir arı oğulu konmuş bir ağaçtır. Oğul, kelimeler… Her kelime bir
duyguyu, düşünceyi vızıldatır durur, şair, kelimelerin büyük uğultusu içindedir
daima… O bir yere gitti mi, kelimelerin bulutu da beraber gider oraya… Şair bir
vapura binse, kelimelerin, güvercinler gibi şuraya buraya kondukları görülür.
Ve bu kelime yığını içine yabancı bir şey düşmeyegörsün… Bin bir iğneyle delik
deşik olur. Bir süre bu kelimeler şuraya buraya konar, bir kısmı ölür, telef
olur. Bir kısmı çeker gider. Geri kalan beslenir; büyür, gelişir, boyuna
kendini toparlar. Sonra, eser vermenin vakti gelir, çatar. Petek petek örülen
balın vakti… Bal arıdandır, ama arı değildir artık… Bal bir kere bal oldu mu,
hangi kaba konursa konsun, baldır. Ama, balın ilk donuşunda, en (abstre)
şekilleri de kıskandıracak bir geometriyle geldiği de bir gerçektir. O kadar
ki, petek demek bal, bal demek petek olmadığı halde, petek deyince balı, bal
deyince peteği düşündüğümüzü, hatırladığımızı kim inkâr edebilir?
Şiirin
birimi (vâhidi) şiirdir. Onu şekil (biçim) ve öz (muhteva) diye ikiye ayırmak
sadece poetikada kabildir. Yoksa biçim ve özü şiirden ayrı ayrı çelip çıkarmak
mümkün değildir. Kendine mahsus bir özü olmayan şiirin biçimi de yok demektir.
Var gibi görülen ses ve geometri, sadece boş bir kalıptan başka bir şey olamaz.
Nasıl ki, maskeye de insan yüzü denemez. Öte yandan, biçimi olmayan şiirin özü
de yok demektir. Yüzü olmayan insan olmayacağı gibi, şekilsiz şiir de olamaz. Öte
yandan, bütün insanların nasıl bir ortak biçimi ve her insanı öbüründen ayıran
ayrı biçim farkları varsa, şiirler arasında da ortak biçimler ve her şiiri
öbüründen ayıran farklar, biçim farkları olacaktır. Klâsik şiirle modern şiiri
ayıran, ilk bakışta göründüğü gibi birinin formu olan şiir, öbürününse şekilsiz
(amorf) şiir olması değil, sadece, birinde, ortak biçimin görünür planda,
farklılıkların daha iç planda olması, öbüründeyse, tersine, farklılıkların
görünür planda, ortak yanlarınsa iç, görünmez planda bulunmasıdır.
Bir
şiirin içindeki kelimeler, artık, bildiğimiz mücerret kelimeler değil, şiirin
kelimeleridir. Şiirin içinde yeni bir varlığın şartlarıyla vardır onlar… Şiirin
iç mantığı onları öyle farklı bir açıdan tuttuğu ışıkla aydınlatmaktadır ki,
onlar bütün alelâdeliklerini yitirmişlerdir. Bir bayram sabahı, bir çocuğun
yüreğindeki sevinç ve yüzündeki masum pırıltıdır bu kelimelerin yüklendiği
duygular… Veya bir Anadolu kasabasında ölüsünü kaldıran bir evin büründüğü o
(arkaik), edebî gri renk ve ağır hava, o kurşunî çerçeve, o yüzlerdeki iki bin
yıl öncesine ait derin çizgilerdir, şiirin çizgileri, kelimelerin portleri…
Artık söz konusu olan lügat kelimeleri değil, şiir kelimeleri, hattâ, hattâ,
falan veya filân şairin kelimeleridir.
Şair,
kafasına üşüşen kelimeleri çarmıha gere gere ve kendisi de o kelimelerle
birlikte çarmıha gerile gerile, doğum acıları içinde kıvrana kıvrana, şiirini
biçimlendirir. Şiir, ebedî biçimini bulduğu an, oluş bitmiştir, (metamorfoz)
tamamlanmıştır. Bal ve ipek böceği hazırdır. Şiir tamdır.
Yeni
Türk şiiri, öz ıstırabıyla birlikte ve ona bağlı olarak şekil (biçim)
sıkıntıları da çekmekte, biçim verimsizlik ve kısırlılığının da buhranını
yaşamaktadır. Çünkü o, kurşuncu kadının, suda her defa ayrı biçimde donan
erimiş madenine sahip bulunmamakta, doğrudan doğruya şekil bozmaya çalışmakta,
sebebine malik olmadığı neticeyi aramaktadır.
Sezai KARAKOÇ
Büyük Doğu dergisinin, 21 Ekim 1964
tarihli 4. sayısından aktarılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder